Asya’da Gençliğin Yeni Nesil İsyanları Üzerine

Asya’da Gençliğin Yeni Nesil İsyanları Üzerine

“2000’li yıllarda gerçekleşen isyanların çoğunda olduğu gibi son Asya isyanlarında da çeşitli kesimlerden ve kimliklerden oluşan insanların aynı sorunlar için biraraya gelmesinin yarattığı enerjiyle, emekçi ve ezilenlerin dipten beslediği potansiyel enerjiyi birleştirebilmek ve bu birliği süreklileştirebilmek yeniçağın özgüllükleri ve gereklilikleri arasında yer alıyor.”

1 Kasım 2025

Son birkaç yıldır Güney ve Güneydoğu Asya’da sıkça görülen isyanlara Nepal’deki isyan da eklendi. Sosyal medyanın yasaklanmasıyla patlak veren ve çoğunlukla gençlerin öne çıktığı isyanda, 50’den fazla gösterici hayatını kaybederken, başbakanlık konutu göstericiler tarafından ateşe verilmişti. Yıllardır yoksulluk ve yolsuzluğa karşı tepki duyan Nepalliler, kamu harcamalarının siyasetçilere peşkeş çekilmesiyle daha da öfkelenmişken; dış dünyayla iletişimi sağlayan en önemli araçlardan olan sosyal medyanın yasaklanması, bardağı taşıran son damla oldu ve şiddet içeren gösterilerle birlikte hayat durdu.

Nepal’deki isyan, öteki Asya isyanlarıyla (İran, Sri Lanka, Bangladeş, Endonezya vs.) pekçok açıdan benzerlik gösteriyor. Her birinin kendi özgünlükleri bulunsa da tüm bu gösterilerin, derin yoksulluğa, yolsuzluğa, adaletsizliğe, kayırmacılığa karşı biriken tepkinin ürünü olduğu söylenebilir.

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre Sahraaltı Afrika ve Yemen’le birlikte dünyadaki en derin yoksulluğun, açlığın ve sefaletin yaşandığı bölgeler Güney Asya ve Güneydoğu Asya’dır. Günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaya mahkûm edilen ve temiz suya, altyapıya, temel sağlık, barınma, eğitim hakkına ulaşma açısından en dezavantajlı bölgeler buralardır. Bu bölgelere Nepal’i de eklemek gerek. Krallığın pençesinde yüzyıllarca derin yoksulluk yaşayan Nepal halkı, krallığın devrilmesi sonrası kısmen rahatlasa da yeni devletin nimetlerinden faydalandırılmayarak, en yoksul kesimler arasında kalmaya mahkûm edilmiştir.

Hinduizm’in yaygın olduğu Nepal, Endonezya, Hindistan gibi bölgelerdeki bu derin yoksulluk, Dalitler adı verilen ve “dokunulmazlar” olarak aşağılanarak toplum dışına itilen kesimlerde daha yakıcı biçimde yaşanıyor. Kast sisteminin sınıfsal sömürüyü yoğunlaştırdığı bu bölgelerde, etnik ve dinsel kimlikler, sınıfsal kimliklerle içiçe geçerek sömürü, tahakküm ve manipülasyonların katmerleşmesini sağlayabildiğinden dolayı politik mücadelelerin aldığı biçimlerin, Avrupa ya da Kuzey Amerika’dan farklılıklar taşıdığı malum.

Mahremiyet ve yoksulluğu en derin şekilde yaşayan bu bölgelerdeki isyanların ortak bir özelliği de büyük ama merkezsiz/örgütsüz tepkiselliklerin ürünü olarak patlak vermeleridir.

Biriken öfke tek bir olayla patlayabilse de toplumsal varoluş dinamiklerine göre yapılaşan örgütlenmelerin bağlarına, yönlendiriciliğine, önderliğine ve stratejik hedeflerine sahip olmayan bu isyanlar, hızla patlayıp hızla sönebiliyor. Benzerlerini Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da, George Flooyd isyanı, Sarı Yelekliler vb. isyanlarda da gördüğümüz bu sorunun, emekçi ve ezilenler açısından küreselleşmiş bir sorun olduğu söylenebilir.

Tıpkı ABD ve Avrupa’daki örnekleri gibi milyonlarca insanı hızla bir araya getirebilen son Asya isyanları, bu nicel büyüklüğe eşlik eden niteliği oluşturma sorununu hala yaşıyor. Bu büyük tepkilerin, hemen her zaman hükümetlerde, devletin genelinde ya da bölge devletlerinde bile bir etkisi, yaptırım gücü, değişim dinamiği yaratabildiği malum. Ancak süreksizlik ve merkezsizlikten kaynaklı, toplumda kalıcı ve önemli boyutta değişim mümkün olamamıştır.

Hızla artan milyarderler ve derin yoksulluk…

Son Asya isyanlarının ortak bir özelliği de iletişim ve ulaşım teknolojisinin hızlanışına bağlı biçim alan, hızlı örgütlenme, biraraya gelme ve hızlı iletişim yeteneğidir. Genelde yatay ve anlık örgütlenmeye dayanan sosyal medya eksenli son Asya isyanları da hızlı ve etkili şekilde biraraya gelerek hükümetlere geri adım attırdılabildilerse de hızla dağılabiliyor.

Toplumsal değişim hareketi, köklere dayalı, kalıcı, istikrarlı ve sosyal kurumları da kapsayan örgütlenmelerin stratejik hedefler doğrultusunda organizasyonunu içermediği sürece çok düzensiz, dengesiz gerçekleşecektir. Son Asya isyanları, toplumsal dinamikleri inşa edip güçlendirmeden gerçekleştiği için kalıcı etkide bulunamıyor.

Kuzey ve Güney Amerika yerlileri gibi sosyal dokulara odaklanan güçlü taban örgütlenmeleri bulunmadığı gibi devlet odaklı yukarıdan aşağı stratejik hedefleri de bulunmadığından dolayı toplumsal hareketin iki ucu arasında etkisi zayıf salınımın gerçekleştiği söylenebilir.

Son Asya isyanlarının bu ortak özelliklerinin bağlamlarına baktığımızda da benzerlik görünür. Bu isyanların hepsi neo-liberal politikaların küreselleştiği 2000’li yıllarda gerçekleşti. 1970’lere kadar üretimden gelen merkezi gücünü, hükümetlere/devletlere yaptırımda bulunabilmek açısından etkili şekilde kullanabilen merkezileşmiş sendikal hareketler, merkezileşmiş üretim modelleriyle (Fordizm vs.) birlikte, zayıflatıldı ya da tasfiye edildi. Yerine ikame edilen neo-liberal stratejide ulus devletin korumacılığı ve sınırları zayıflatıldı; ekonomik üretim ve dolaşım taşeronluk, esnek üretim, taylorizm vb. dolayımıyla paramparça edilerek küresel bir yaygınlığa kavuşturuldu.

Bu enformel üretimde, işçilerin bir bölgedeki büyük grevi öteki bölgelerde gerçekleşen fason (binlerce taşeron) üretimle başa çıkartılabiliyor. Ekonomik üretimin küresel ölçekte parçalanışı, sendikal hareketin tarihindeki en zayıf dönemine girmesine sebep oldu. 1990’larla birlikte hızlanan bu zayıflama, 2000’lerde tüm emek hareketinin yeni boyutlara evrilmesini sağladı. Sendikalardaki bu zayıflığı, diğer merkezi örgütlenme türleri de yaşadığından dolayı gerek ulusal gerek küresel düzeyde etkili politik mücadeleler yaratmanın olanakları zayıflatılmış oldu.

Emekçiler, küresel çapta zayıflatılırken, devletler ve şirketler (özellikle çok uluslu/büyük şirketler) küresel çaplı merkeziyetçiliği güçlü ve hızlı hareket edebilen örgütlenmeler inşa ettiler. Ulus devlet bazındaki patron örgütlenmeleri veya Ekonomik Sosyal Konsey gibi patron-devlet ortaklığını temsil eden merkezi örgütlenmeler, küresel çapta yaygınlaştırıldı. BM, AB vb.’nin yanısıra çeşitli merkezi örgütlenmeler dolayımıyla emek hareketine ya da emek dışı isyanlara daha hızlı ve etkili müdahalenin olanakları artırıldı; geliştirildi. “Terörizm” fobisi büyütülerek askeri tahakkümün meşruiyeti sağlanırken; emekçilerin ve ezilenlerin kurtuluşunun, mensubu (“uyruğu”) olduğu ulus devlete aidiyetlikle mümkün olabileceğine dair devlet merkezci bakış açısı (inancı) yeni bir zirveye taşındı.

Böylece sınıfsal bilinci daha derinden yaralayan etnik kimliğin ve ulus devletin küresel hakimiyeti derinleştikçe, sınıf mücadelesinin/çatışmalarının manipüle edilmesi kolaylaşmış oldu. 2000’li yıllarda neo-liberalizmin küresel hakimiyetini ilan ederken, sayıları ve güçleri hızla artan milyarderlerin/şirketlerin yarattığı derin yoksulluğun küreselleşmesine rağmen, sınıf bilinci ve mücadelesinin manipülasyonunun etkisinin devasa boyutlara ulaşmasıyla ortaya çıkan paradoksu çözmek sosyalistlere yüklenen yeni bir görev olarak görülebilir.

Sokağa taşan öfkeyi, örgütleyebilmek!

Son Asya isyanlarındaki büyük öfkeye rağmen sınıf bilincinin zayıflığı hemen göze çarpıyor. Toplumsal hareketi ve mücadeleyi bütünlüklü görmekten uzak olan bu isyanların zayıflığının sebeplerinden birisi de yeni neslin özgünlüklerinden kaynaklanmaktadır. Emek bilinci ve çalışma disiplini (iç disiplinle birlikte) oldukça zayıf olan yeni neslin, özellikle liberalizmin yayıldığı bölgelerde toplumsal bağların/bilincin çok zayıfladığı matrikslerde yetiştikleri ve bu sorunu politik mücadeleye yansıttıkları söylenebilir.

Merkeziyetçi örgütlenmelere uzak duran bu yeni neslin, salt geçici/yatay örgütlenmelerle büyük değişimlerin mümkün olamayacağını görebilecek derinlikli ve uzak görüşlülüğünün bulunduğu söylenemez.

Dikey örgütlenmeler, kalıcı, güçlü, yapıcı örgütlenmeler yaratabilirken, yayılma sorunu ve bireysel özgürlükleri kısıtlama sorunu yaşadıklarından dolayı yatay örgütlenmelerle sentezlenmeleri gerektiği aşikâr. Yeni neslin genelinden kadrocu, kendini bütünüyle adamış, disipline/merkeze tabi olabilen yaşam tarzları beklemek gerçekçi değildir. Ancak merkeziyetçi örgütlenmeler de vazgeçilebilecek araçlar değildir. O halde yeni nesle uygun yatay-demokratik örgütlenmeleri esas alan, esnek, hızlı değişebilen, soruna/kuşağa özgü (ya da odaklı) örgütlenmelerle merkeziyetçi, kadro eksenli örgütlenmeleri bir çatı altında toplayabilen örgütlenmeler, kalıcı ve etkili değişimler yaratacaktır. Bu tarz örgütlenmelerle aidiyetliğin her düzeye ve kuşağa göre farklı biçimlerle sağlanması esas alınacağından daha fazla insana ulaşmak ve daha sıkı/güçlü bağlar kurmak mümkün olacaktır.

İletişim araçlarının yarattığı olanakla küresel çaplı örgütlenmeleri güçlendirmek güçlendirmek gerektiği aşikâr. Bu küreselliği, merkezi ve yatay düzlemlerde sürekli kılarak, toplumun varoluş dinamiklerine odaklanmak gerektiği de malum.

2000’li yıllarda gerçekleşen isyanların çoğunda olduğu gibi son Asya isyanlarında da çeşitli kesimlerden ve kimliklerden oluşan insanların aynı sorunlar için biraraya gelmesinin yarattığı enerjiyle, emekçi ve ezilenlerin dipten beslediği potansiyel enerjiyi birleştirebilmek ve bu birliği süreklileştirebilmek yeniçağın özgüllükleri ve gereklilikleri arasında yer alıyor.

Son Asya isyanları bize ulusal ve küresel bazlı bakış açılarımızı genişletip derinleştirmemizin ve farklı bakış açılarıyla beslememizin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.